Felsefi Düşün Sayı: 13 – Pre-Sokratikler / Ekim 2019
Sayı Editörü: Hatice Nur BEYAZ ERKIZAN (Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi)
Makalelerin özetleri ve anahtar kelimeleri için lütfen ilgili makalenin ismi üzerine tıklayınız.
MAKALELER
Öz
Batı düşüncesinin temel karakteristiği akılcı olmasıdır. Batı düşüncesi bir bütün olarak evrene, insana ve hatta Tanrı’ya rasyonel bir şekilde yaklaşmış, bunları akıl yoluyla anlayıp kavramaya çalışmıştır. Bu çaba öncelikle mitolojik olanın terk edilerek felsefenin ve bilimsel düşüncenin doğmasına kaynaklık etmiştir. Antik Yunan felsefesi evrenin düzenli, dolayısıyla rasyonel olduğu, bu nedenle insan aklının bu rasyonel yapıyı bilebileceği ön kabulü üzerine kurulmuştur. Önde gelen Antik Yunan filozoflarının neredeyse tamamında açık ya da örtük şekilde bu düşünceye rastlamak mümkündür. Rasyonel evrenin akıl yoluyla bilinebileceği düşüncesini sağlayan unsur logos kavramıdır. Logos kavramı, içerdiği anlamlar ile akıl ve ölçü gibi kavramların birbiriyle ilişkilendirilmesini sağlamıştır. Logos kavramı, hem evrenin düzeni hem onun bilinebilirliği hem de iyi bir insanî hayat açısından merkezî öneme sahiptir. Onun sayesinde evren, bir kaos olarak değil, kozmos olarak görülmüş, bu düzen onunla bilinmiş ve onunla evrendeki düzenin bir benzeri insan hayatında da oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu çalışmada belli başlı Grek filozoflarının evrenin ve insanın rasyonelliğine nasıl baktıkları, logos, düzen ve kozmos kavramları arasında nasıl bir ilişki kurdukları gösterilmeye çalışılmış; düzen ve aklın, evren, insan ve toplum hayatındaki önemine işaret edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Logos, düzen, evren, kozmos, akıl, insan, yasa.
Felsefe faaliyeti bakımından Presokratiklerin nerede durdukları, belki felsefe tarihinin bütünü için söz konusu olduğu gibi, İslam felsefesi için de muğlaktır. Bu belirsizliği anlamak amacıyla makalemizde İslam felsefe tarihi yazımının önemli kaynaklarından Şehristânî’nin el-Milel ve’n-nihal’inde Presokratik filozofların nasıl ele alındıklarını, görüşlerinin kaynaklarını ve uğradıkları dönüşümleri ele alacağız. Belki ilk/ilke olmaklıkları dolayısıyla unutkanlığa ve ‘efsaneleştirilme’ye birlikte maruz kalan Presokratik filozoflar İslam felsefesi içerisinde ayrı bir ‘renk’ kazanmışlardır; birçoğu pratik hikmetle ilişkilendirilmiş ve peygamberlik kandilinden (mişkâtu’n-nübüvve) ilim öğrenmiş olarak sunulurlar. Bu nedenle mevzubahis gelenek içerisinde filozofların görüşlerinin İslami öğretilerle benzerliği kurulmaya çalışılmış; Presokratiklerin ‘başlangıçta’ yer almaları din ve felsefe arasındaki ilişki bakımından önemli hale gelmiştir. Çalışmamızda Presokratiklerin diğer kaynaklardan bildiğimiz görüşleriyle Şehristânî’nin aktardığı versiyon ve yazarın onları aktarırkenki tutumu arasında yapacağımız karşılaştırmalı okuma İslam felsefe tarihi yazımı açısından Presokratik filozofların konumunu belirginleştirmeyi hedeflemektedir. Çalışmamız bunu yaparken aslında daha genel bir sorunun peşine düşerek hem felsefe faaliyetinin kendisine hem de bu faaliyetin içerisinde Presokratiklerin neyi ifade ettiğine dair bir sorgulamayı amaçlar.
Anahtar Kelimeler: Felsefe tarihi yazımı, Presokratikler, Şehristânî, el-Milel ve’n-nihal, İslam felsefesi, Yunan Felsefesi, karşılaştırmalı felsefe tarihi.
Öz
Yunan felsefesinin anlaşılması söz konusu olduğunda filozofların kullandıkları kavramların açık kılınması hayati önem taşımaktadır. Buna karşılık söz konusu açıklık genelde Sokrates öncesi, özelde Anaximandros felsefesi için güçtür. Bu güçlüğün nedeni ondan kalan fragmanların yetersizliği ve kopukluğu olduğu kadar, onu yorumlayanların genelde Aristotelesçi perspektifte kalmalarıdır. Çalışmada söz konusu yorumlardan doğan dört problem üzerinde durulmuştur: a) Anaximandros apeironu Aristotelesçi perspektiften okunduğu anlamda bir arkhe kabul etmiş midir? Yahut kavramın bir başka anlamı söz konusu olabilir mi? b) Yukarıdaki ihtimali devam ettirmek suretiyle apeironu yorumlarken Aristotelesçi anlayışın dışına çıkmak mümkün müdür? c) Khaos ve apeiron arasında nasıl bir ilişki veya kopuş vardır? Bu soruya ek olarak Yunan felsefesinde geleneksel olarak ifade edilen mitos-logos kopuşunun merkezine Anaksimandros’u yerleştirmek mümkün müdür? d) Apeironu siyasi içeriklerini dikkate alarak değerlendirmek mümkün müdür? Yukarıdaki problemlere bağlayıcı bir yanıt getirmek, kesinliğe ulaşılmasını sağlayacak fragmanların yetersizliğinden mümkün görünmemektedir. Bu nedenle her bir probleme getirilen yanıtlar ele alınmış ve bu yanıtların apeironun mümkün yorumlarından hareketle nasıl temellendirildiği gösterilmeye çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Anaximandros, apeiron, sonsuzluk, sınırsızlık, arkhe.
Öz
Felsefe tarihinde düşüncenin iki tür ilerleyişi söz konusudur. İlkinde, düşünce, daha önce dile gelmiş bir olumlamayı sahiplenir ve bunu devam ettirir. Bu ilerleyişte açığa çıkan yol, ‘aynı’nın yoludur. İkincisinde ise, ya daha önce dile gelmiş olan olumlamayı desteklemek ya da bu olumlamayı çürütmek için bir olumsuzlama söz konusu edilir. Bu ilerleyişte açığa çıkan yol ise ‘fark’ın yoludur. Zenon’un felsefe tarihindeki özgünlüğü, onun bahsi geçen yolların ikincisinin, yani olumsuzlamayla söz konusu olan ‘fark’ın yolunun kâşifi olmasında yatmaktadır. Bu yazının ilk amacı, Zenon’un felsefe tarihindeki yerinin sınırlarını belirlemektir. Zenon’un düşüncelerinin tuttuğu yerin sınırları, hocası Parmenides’in ortaya koyduğu dizgeyle benzerlikleri ve farkları üzerinden açığa çıkarılacaktır. Felsefe tarihindeki sınırları belirlenerek açığa çıkarılacak olan Zenon’un konumunun, Aristoteles’in ortaya koymak istediği ontolojik dizge için nasıl bir güçlük uyandırdığını belirlemek ise, yazının ikinci amacını oluşturmaktadır. Aristoteles’in, Zenon’un tuttuğu konumdan doğan güçlüğü ortadan kaldırabilmek adına dynamis terimine olanak anlamını ne şekilde yüklediğini ve olanak kavramını bir varolma tarzı olarak nasıl değerlendirdiğini açık kılmak ise, yazının nihai amacını oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Zenon, Parmenides, Aristoteles, Bir, Çok, olumlama, olumsuzlama.
Öz
Bugün çok rahatlıkla cevap verilebilen bazı bilimsel soruların tarihi, neredeyse insanlık kadar eskidir. İnsanlar ruhun varlığını düşünmeye başladığı andan itibaren onun yetilerini araştırmış, bedenle ilişkisini kurmaya çalışmış ve bedende nerede yer aldığıyla ilgili fikirler yürütmüştür. Günümüzde; duyum, düşünce, bilincin yeri dendiğinde akla ilk gelen organ beyin olmaktadır. Ancak bu sorunun cevabını rahatlıkla vermek, hekim ve filozofların yüzyıllar boyu tartışması sonucunda mümkün olmuştur. Beynin düşüncenin merkezi olduğunun ispatlanmasından önce, beyin kadar kalbin de böyle bir işlevi olduğunu savunan pek çok düşünür mevcuttu. Bu sebeple beyin-merkezli ve kalp-merkezli olarak adlandırılan iki ayrı görüş ortaya çıkmıştır. Bu çalışmada, ruhun varlığı ile ilgili düşünmeye başlayan ilk insanlardan Sokrates’in zamanına kadar yaşamış olan düşünürlerin; duyum, düşünce, bilinç gibi konulardaki düşünceleri incelenmeye çalışılmıştır. Ayrıca düşünürleri bu şekilde düşünmeye iten sebepler araştırılmıştır. Tarihsel bir perspektif, bu düşünürlerin bahsi geçen alanlara neler kattığını gösterebilmesi açısından önemli olacaktır. Bu sebeple çalışmanın sonunda Sokrates sonrası dönem kısaca ele alınmaya çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Beyin, kalp, biliş, kalp-merkezcilik, beyin-merkezcilik.
Öz
Bu makale Anaksagoras’ta nous kavramını ele almayı amaçlamaktadır. Bu doğrultuda Anaksagoras’ın en uzun fragmanı da olan B12 özellikle ele alınacak ve nousun Anaksagoras’ın düşüncesinde sadece fiziksel bir belirlenimi ifade etmediği ancak aynı zamanda onun varlığın metafizik koşullarını, olanaklarını belirlemede de bir açıklayıcı neden olduğu fikri üzerinde durulacaktır. Bu anlamda, nousun ‘her şeyin içerisinde’ olduğu fikrinden yola çıkılarak, onun varlığa dair nasıl hem fiziksel, ‘doğaya ait’ ve hem de metafizik, öze dair bir açıklama sunduğu meselesi üzerinde durulacaktır. Bu bağlamda, nousu anlaşılması güç ve fiziksel bir yönelimden ibaret gören ve bu biçimde konumlandıran geleneksel yorumların aksine burada Anaksagoras’ın nousu kozmik-bilişsel bir yetinin kendisi olarak konumlandırdığı ve böylelikle evrenin ve varlığın ereksel işlevini/yönelimini nous aracılığıyla yine onto-ereksel bir düzlemde açıkladığı fikri savunulacaktır. Böylelikle, Anaksagoras’ın fragmanlarında nousun fiziksel büyüklüğüne olan atıf ya da betimlemelerinin de aslında söz konusu varlığın ereksel olanaklarıyla doğru orantılı olduğu fikri savunulacaktır. Bu tartışmadan doğacak sonucun ise, sadece meta-fizik bir ‘sonuç’ olduğu değil ancak aynı zamanda onto-etik bir tartışmanın ‘başlangıcı’ olduğu tezi savunulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Anaksagoras, nous, kendine-içkinlik, ereksel varoluş, kozmik-bilişsel yeti, otonomi.
Öz
Presokratik filozoflar da kitaplar yazmıştır, ancak ne yazık ki bu kitapların hiçbiri günümüze tam olarak ulaşmamıştır. Sonraki yazarların eserlerinde, doksografi ve ansiklopedi metinlerinde bu kitapların bazılarından yapılan alıntılara ve bu kitaplara ait olduğu düşünülen veciz sözlere rastlamaktayız. Bununla birlikte bazı eserler de bu kitapların adı, içeriği ve dolaşıma geçip geçmediğiyle ilgili bilgiler vermektedir. Bu çalışmada antik kaynaklarda Herakleitos’a atfedilen ve yaygın olarak Περὶ φύσεως (Doğa Üzerine) adıyla anılan eserle ilgili tartışmalara yer verilmektedir. Bu kapsamda Antikçağ ile Ortaçağ’a ait tüm kaynaklar taranmıştır. Bunlar arasında Diogenes Laertius, Platon, Aristoteles, Sextus Empiricus, Strabon, Stobaios, Simplicius gibi önemli yazarlar bulunmaktadır. Ayrıca gerek Herakleitos’u, gerekse ondan sonraki felsefe geleneğinde bıraktığı izleri inceleyen saygın modern kaynaklardaki yorumlar gözden geçirilmiştir. Bu çalışmanın temel amacı, Herakleitos’a atfedilen tek eserle ilgili dağınık haldeki tüm kaynakları ve yapılan tüm tartışmaları bir bütün halinde sunup ele almaktır. Konusu itibariyle bir ilk olan bu çalışma, batı felsefe geleneğini derinden etkilemiş olan Herakleitos’un ünlü deyişlerinin olası kaynağıyla ilgili bundan sonra yapılacak olan başka kapsamlı çalışmalara da katkı sunacaktır.
Anahtar Kelimeler: Artemis Tapınağı, Doğa, Doğa Üzerine, Felsefe, Herakleitos, Kitap.
Öz
Herakleitos, düşünce tarihinin üzerine çok konuşulmuş fakat az anlaşılmış filozoflarından birisidir. Bu durum yalnızca onun felsefesinin içeriğinden kaynaklanmayıp düşüncelerini aktarmakta kullandığı söylemin biçiminin de bir sonucudur. Aristoteles Herakleitos’u “karanlık” (skoteinos) olarak, Philus’lu Timon ise “bilmece gibi konuşan” (ainiktês) olarak anar. Sokrates’in ünlü dalgıç benzetmesini de bunlara ekleyebiliriz. Sonuç olarak üzerinde hem fikir olunan şey açıktır; Herakleitos fragmanlarında anlaşılması güç bir biçimde konuşur. Herakleitos’un anlamı kurma biçimi, söylem biçimindeki paradoksal yapı, bir bütün olarak söylemek gerekirse onun “karanlık” söylemi, hakikat anlayışıyla iç içedir ve bu durum onun fragmanlarında somutlaşmıştır. Paradokslar, bilmeceli söylem biçimi ve kelime oyunlarının varlığı, Herakleitos’ta bir analoji olarak ele alınmalıdır. Burada doğanın kendi hakikati ile Herakleitos’un söylemi arasında, yukarıda bahsedilen dilsel araçlar ile analoji kurulur. Bu söylem biçimi hiç şüphesiz Herakleitos’un düşüncesinde hakikati kavramanın ontolojik durumuyla örtüşür. Çünkü bir bilmecenin çözümü, paradoksal bir ifadenin kavranışı ya da bir kelime oyunun anlamının fark edilişi tamamıyla sezgisel bir “aydınlanma” anıdır. Anlam bir anda ve önceden hiçbir işaret vermeksizin geliverir ve bir kez bilinir olduğunda artık problem ortadan kalkmıştır. Bu durum, Herakleitos’un kendinden önce gelen filozofların hakikati ele alış biçimlerinden radikal bir kopuşu temsil eder. Bu makalede ilk olarak bu kopuşu açıklığa kavuşturacağız, ardından Herakleitos’un hakikat anlayışına uygun bir biçimde söylemini nasıl kurduğu göstereceğiz.
Anahtar Kelimeler: Herakleitos, söylem, hakikat, logos, dil.
Öz
Herakleitos’un değişim düşüncesi Antik Çağdan beri felsefede etkili olmuştur. Ne var ki var olan her şeyin durmaksızın değiştiği iddiası, bu değişen şeylere sınır çekilmediğinde bilgiyi imkânsız kılmaktadır. Herakleitos’un felsefesi materyalist olarak kabul edilmektedir. Ancak bu da bütün maddi nesnelerin değiştiği düşüncesinden hareketle bilginin nasıl mümkün olabileceği konusunda tek başına yeterli değildir. Bu yüzden, ilkin, Herakleitos’un logos kavramının değişen şeylerin dışında bırakılması ve bütün bir değişimi belirleyen değişmez yasa olarak ele alınması gerekmektedir. İkinci olarak da, değişen şeylerin kavramları ve kavram anlamına yakın olmak üzere ideleri, bilginin mümkün olabilmesi için değişen şeylerin sınırlarının dışarısında bırakılmalıdır. Kavramların ve idelerin değişenlerin dışında bırakılması ilk başta onlara idealist bir değişmez varlık atfedilmesi şeklinde anlaşılabilir. Ne var ki değişenlere sınır çizerken doğa alanında kendi içinde döngüsel bir değişimin olduğu ancak tinsel alanda bunun yerine yeniliklerin söz konusu olduğu fikrinden yola çıkıldığında ve kavramlar ve idelerin kendisiyle aynı kalarak değişip dönüşmediği, ancak kısmen ya da tamamen unutulup yerine yeni kavram ve idelerin gelmesiyle yenilendiği ileri sürüldüğünde Herakleitos felsefesindeki değişim kavramı karşısında bilginin nasıl olanaklı olduğu sorununa bir çözüm önermek mümkün hale gelmektedir
Anahtar Kelimeler: Herakleitos, Platon, Hegel, değişim, materyalizm, idealizm, logos.
Öz
“Sokrates öncesi felsefe” terimi özel olarak Thales, Anaksimandros, Anaksimenes, Pythagoras, Herakleitos, Parmenides, Empedokles ve Demokritos gibi tarihsel olarak Sokrates’ten önce gelen filozoflar için kullanılan bir terimdir. Bu dönem filozofların ve felsefenin ilk kez ortaya çıktığı dönem kabul edilir, çünkü bu dönemde yukarıda sözünü ettiğimiz düşünürler ya da filozoflar kendilerinden öneki Homeros ve Hesiodos gibi ozanlardan farklı olarak soruşturdukları konuyu akılsal bir refleksiyonla, akılsal bir argümanla ele almışlardır. Barnes’ın belirttiği gibi, bu düşünürler onlara ilk filozoflar diyeceğimiz bir şekilde, onlardan önce karşılaşılan ilahi ve insanüstü dogmalar ve tartışılmamış efsaneler yerine, deliller ve akla dayanan argümanlar ortaya koymuşlardır. Bu nedenle Barnes onları “ilk empirik bilimciler” olarak da görür. Elbette Barnes öncesinde, Aristoteles de bu filozoflarla ilgili benzer bir nitelendirmeyi yapar, örneğin Thales’i doğa felsefesinin kurucusu olarak adlandırır. Söz konusu filozoflar bu nitelendirmelere uygun düşecek bir şekilde özel olarak doğayla ilgilenirler. Bunun yanında kozmoloji, astronomi, geometri, etik v.b. alanlarda da felsefi değerlendirmeler yaparlar. Bu filozoflara yönelik tarihsel incelemelere baktığımızda ise, felsefe tarihçilerinin değerlendirmelerinde de “etik” özel bir soruşturma konusu yapılmaz. Bunun temel nedeni ahlakın felsefi incelemesi olan etiği Sokrates ile başlatmamız ve Sokrates öncesi filozofların etik konusunda pek bir şey söylemediklerini düşünmemizdir. Bu hakim ve yaygın kabul karşısında Barnes, Kahn ve Laks kimi istisnalar olmuş, bu felsefe tarihçileri kısa da olsa bu dönemin etiğini bir tartışma konusu yapmışlardır. Bu çalışmanın konusu da bu tarihçilere dikkatle Sokrates öncesi filozoflarda etiğin yeri ve imkanı olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Sokrates öncesi Felsefe, Sokrates, Etik, Doğa, Hayvan Etiği.
Öz
Platon’un geç dönem diyaloglarından olan ve düşüncenin akışını takip etmek bakımından ―mythos’larla bezeli olmamasından olsa gerek― en zor eserlerinden addedilen Parmenides, yaşlı filozof Elealı Parmenides, orta yaşlı öğrencisi Zenon ve henüz çok genç olan Sokrates arasında Atina’da geçtiği rivayet edilen bir konuşmayı aktarır. Gerçekleşmesinin mümkün olup olmadığı epey tartışmalı olan bu diyalogun çok da üzerinde durulmayan bir noktasında Parmenides genç Sokrates’e biçimlerin ya da formların (eidos ya da idea) varlığı kabul edilmez ve varolanların her birine bir biçim atanmazsa başın/zihnin (dianoia) döndürüleceği bir yer olmayacağını, tartışma (dialegesthai) imkânının elden kaçacağını, dolayısıyla da felsefeyle ne yapılacağının bilinmeyeceğini söyler ve ona çoğunluğun yararsız ve lakırtı gördüğü meselelerle de alıştırma yapmasını öğütler―aksi takdirde hakîkat elden kaçacaktır. İşbu mütevazı çalışma, söz konusu parçayı yalnızca biçimlerin varlığına ilişkin bir delil olarak değil, ama aynı zamanda felsefe yapmanın imkân koşulunu ortaya koyan ve Parmenides’in ünlü şiiri Doğa Hakkında’ya göndermeler yapan önemli bir pasaj olarak okumak niyetindedir.
Anahtar Kelimeler: felsefe, biçim, zihin, tartışma, mağara, çizgi, hakîkat, sanı.
Öz
Özlü fakat müphem ifadeleriyle yalnızca günümüz için değil, çağdaşları ve ardılları için de ‘karanlık’ olan Herakleitos, felsefe tarihinin anlaşılması zor filozoflarının başında gelir. Felsefe tarihinin ‘karanlık’ filozofunun sıklıkla alıntılan “ēthos insanın daimōn’udur” ifadesini temele alan bu çalışma, söz konusu fragmanın felsefe tarihinde önemli bir kırılma noktasına işaret ettiği iddiasından yola çıkmaktadır. Herakleitos’un bu özlü sözünü ait olduğu bağlam ve problemler dahilinde incelemeyi amaçlayan bu çalışma, ēthos ve daimōn kavramları arasında kurulan bağlantının ne tür bir yeniliğe kapı araladığını soruştururken, bu yeniliğin Herakleitos ile bağı aşikâr olan Stoacı filozof Marcus Aurelius’ta nasıl yinelendiğini de ele almaktadır. Bu izlek dahilinde ilkin “ēthos insanın daimōn’udur” ifadesinin Herakleitos’u öncel düşünüşten hangi bakımlardan ayırdığı tartışılmakta sonrasında da bu yenilik Herakleitos’u saygıyla anan Marcus Aurelius’un Düşünceler’inde izlenmektedir. Böylece Stoacılığın son büyük filozofunun düşüncelerini temellendirmek üzere sıklıkla başvurduğu Herakleitos’a ne ölçüde bağlı kaldığı ve Herakleitosçu yeniliğin idealizm ya da spiritüalizm maskesine bürünmeksizin aslına sadık bir biçimde Marcus Aurelius’un düşüncelerinde nasıl muhafaza edildiği açığa çıkmış olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Herakleitos, Marcus Aurelius, ēthos, daimōn, logos, ruh, bireysellik.
Öz
Bu makalede Sokrates öncesi düşünürlerden karanlık lakaplı Herakleitos’un evrene ve insana bakış açısının kendi dönemine ve çağdaşlarına nasıl etkide bulunduğu ve kendinden sonraki dönemlerde hâkim olacak estetik algılama, sanat ve sanatçıya bakış açısına olan etkilerini görme ve gösterme gayretidir. Sokrates öncesi düşünürler genellikle evrene yönelik bütüncül algılarını sanatı da içerecek şekilde bir oluşa ve devinime, mimesise (taklit), bütüncül etkilerine, zanaate (tekhne), sanatçının yaratımına, hatta bu sanatçının yaratımının özel bir şey olup olmadığına dair derin bir düşünceye yöneltmişlerdir. Bu dönemde en önemli şeylerden biri olan evrenin yaratılışına dair söylenceler ve şairlerin evrene yönelik düşünceleri, hayal gücünün Yunanlılar tarafından zengince kullanımına yol açarken, aynı zamanda evrene, Tanrılara ve değişmeyen bir ana madde (arkhe) arayışına da zemin hazırlamıştır. Dolayısıyla mitoslardan ve eposlardan geçen düşünce zamanla akılcı düşünmeye yani felsefeye ve onun kullanımı olan logosa doğru evrilecektir. Bu anlamda, logosu yaşam içinde en önemli noktaya taşıyan Herakleitos’un düşüncelerini anlamak, dönemin sanatına, ruhuna ve felsefesine bakış açısını anlamak adına önemli ve anlamlıdır.
Anahtar Kelimeler: Herakleitos, Sanat, Sanatçı, Mimesis, Homeros, Ozan.
Öz
Bu çalışma, antik Yunan geleneğinde ve tragedyalarında önemli bir yer edinmiş olan trajedi (τραγῳδία) kavramının, Herakleitos felsefesi içerisindeki izlerini ve etkilerini araştırmayı amaçlamaktadır. Bu amaç doğrultusunda, öncelikle trajedi ve trajik kavramlarının nelikleri üzerinde durulacaktır. Daha sonra, trajik öğelere eserlerinde yer veren Homeros, Hesiodos, Aiskhylos ve Sophokles’in eserlerinde trajik öğelerin, kendini ne şekilde gösterdiği ve söz konusu ozanların hayatı yorumlama biçimleri incelenecektir. Ardından Herakleitos’un trajedi ve trajik öğelerle ilgili olabilecek düşünceleri, fragmanları göz önünde bulundurularak yorumlanmaya çalışılacaktır. Herakleitos’un görüşleri ile trajedi ve trajik öğeler arasında yapılacak olan karşılaştırma, “Karşıtların Çatışması” ve “Ölçüsüzlüğün Cezalandırılması” adlı iki ana başlık altında toplanacaktır. İlk başlığın altında, trajedilerin karakteristik bir öğesi olan karşıtların bir aradalığı örnekleri ile Herakleitos’un karşıtların çatışması görüşü arasındaki benzerlikler üzerinde, ikinci başlık altında ise trajedilerdeki kader ve karakter ilişkisi ile ilgisinde ölçüsüzlüğün sonuçları örnekleri ile Herakleitos düşüncesi içerisinde karakterin yapıp ettiklerinin logos tarafından cezalandırılması görüşü arasındaki benzerlikler üzerinde durulacaktır. Çalışmanın sonucunda ise, Herakleitos felsefesi içerisinde trajik olanın da yer aldığı fikri, referanslar yardımı ile desteklenmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Herakleitos, trajedi, karşıtların çatışması, ölçüsüzlük, kader, karakter.
Öz
Ephesoslu Herakleitos, Miletoslu filozoflardan tümüyle ayrı bir felsefe geliştirmemiştir. Miletoslular gibi o da şeylerin çeşitliliğini açıklayan bir ilke belirlemiştir: ateş. Herakleitos ussal düzeni gösteren Logos fikriyle daha geniş açılımlı bir felsefe ortaya koymuştur. Herakleitos’daki Ateş ve Logos Stoa’da temel ilkelerdir. Herakleitos’un Logos kavrayışının Stoa’yı ne ölçüde etkilediği günümüzde de tartışmalıdır. Logos salt söz ya da açıklama anlamıyla alınmadığında Herakleitos’un Stoacılara etkisinin daha büyük olduğu ve onlar gibi fizikten ahlak ve toplum sorunlarına açılabilen bir felsefe geliştirdiği görülür. Buna göre Stoa’da da insanlar Logos’a göre işleyen doğal düzeni kavradıkça toplumsal yaşamı daha etkili ve uyarlı bir biçimde paylaşır, insan sürekli kendini ve parçası olduğu doğayı tanıma çabası içinde olmalıdır, her şey karşıtıyla değerlendirilebilir, bilgi arayışında olmayan insan değer üretemez. Stoa’da daha çok dingin bir dünyaya ulaşma hedefi göze çarpar. Bu nedenle Herakleitos’un Stoa’ya göre önemi ussal yaşamı paylaşanların ulaştığı bir dinginlik arayışının ötesinde karşıtlıkların birliği ilkesi üzerinden sorgulayıcı ve geniş açılımlı düşüncelere yol açmasından gelir.
Anahtar Kelimeler: Heraklitos, logos, us, düzen, yasa, Stoacılık.
Öz
Demokritos, Pre-Sokratik felsefenin son büyük düşünürüdür. Ortaya koymuş olduğu atomculuk görüşü ise onu, günümüz dünya tasavvurunun kurucularından biri haline getirmiştir. Felsefe tarihi açısından atomculuk öğretisi ile tanınmış olmasına rağmen, bu öğretisiyle ilgili Demokritos’un kendi yazdıklarından geriye bir şey kalmamıştır. İlginç bir şekilde bizzat kendisine ait olan fragmanların hemen hemen tamamı onun ahlak anlayışıyla ve toplumsal yaşama ilişkin görüşleriyle ilgilidir. Bu makalede Demokritos felsefesinin geri planda kalmış bu toplumsal yaşama ilişkin yönü üzerinde durulacaktır. Bunu yaparken öncelikle Demokritos’un genel felsefesini kavrayışımıza ilişkin etkenlerin neler olduğu ele alınacak, kendisine ait olan fragmanların kaynaklarına değinilecektir. Ardından ahlaki görüşlerinin atomcu dünya anlayışıyla ilişkisi kurulmaya çalışılacak, bu konulardaki fikirlerinin uyumsuz olmadığı ve aslında bir bütünün parçaları olarak okunup anlaşılabileceği gösterilmeye çalışılacaktır. Son olarak Demokritos’un etik fragmanları içinde yer alan sosyo-politik alana ilişkin görüşleri göz önüne alınarak buradaki olası sistematik bir siyasal eğilimin varlığı ortaya koyulmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: atomculuk, euthymia, týchē, anankē, didakhḗ, nomos.
Öz
Sokrates öncesi dönem filozoflarından Demokritos, genellikle atom görüşüyle bilinen bir filozoftur; ancak bu makalede Demokritos ahlak görüşü bakımından ele alınacaktır. Dönemine göre farklı düşünen Demokritos, Hindistan, Habeşistan ve Irak gibi pek çok yerde bilgiye ulaşmak amacıyla bulunmuştur. Ontoloji konusunda materyalist düşünceleri olsa da ahlak konusunda idealist bir perspektifle karşımıza çıkmaktadır. Ahlak görüşü bakımından önemli fragmanlara sahiptir. Bu fragmanlar bilgelik öğütleri şeklinde de ifade edilmektedir. Demokritos, bu öğütlerde erdemden, ölçülülükten ve dengeden söz etmektedir. Burada da aklın önemli bir role sahip olduğunu ifade etmektedir. Bunun yanısıra evlat edinmeyle ilgili fragmanları da bulunmaktadır. İnsanın evlat yetiştirme düşüncesinin evlat edinilerek çözümlenebilecek bir eğilim olduğundan bahsetmektedir. Aslında Demokritos’un evlat edinmeyi, evlat sahibi olmaya tercih edilmesi gerektiğini belirttiği görülmektedir. Temelde bir kimsenin, kendi kişisel istekleri olmaksızın bir çocuğa sahip olamadığı ve yetiştiremediği bilinmektedir. Evlat sahibi olma, Demokritos’a göre kontrol edilebilecek ve insanın bu konuyla ilgili kişisel taleplerini karşılayabilecek bir durum oluşturmamaktadır. Bu nedenle ona göre evlat edinme, evlat yetiştirmeden daha önemli olmaktadır. Bu makalede, Demokritos’un evlat edinme hakkındaki görüşleri fragmanlar bağlamında ele alınarak değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Presokratikler, Demokritos, Ahlak Felsefesi, Evlat Yetiştirme, Evlat Edinme..
Öz
Felsefenin içinde özerk bir alan olarak estetiğin ortaya çıkışı onsekizinci yüzyıla tekabül etmektedir. Bu özerklik için kaynak aradığımızda ise Alexander Gottlieb Baumgarten’ın Aesthetica adlı eseri genel bir kabul ile gösterilir. Baumgarten, bu eserde duyusal bilgiyi bilim olarak kurma ve güzel sanatları kavramsal olarak sistematize etme çabasını ele alır. Baumgarten’dan sonra Kant, Yargı Gücünün Eleştirisi’nde epistemolojik temelli estetik anlayışını titizlikle inşâ eder. Dikkatlerden kaçan nokta şudur: estetik özerklik kazanmadan önceki dönemlerde, özellikle felsefenin ortaya çıktığı ilk dönemlerden beri konu edinilmiştir. Tarihsel bir bakış açısıyla sistematik olarak güzel, sanat ya da sanatçı kavramları genellikle Aristoteles ve Platon’a kadar geri götürülür. Bu çalışmada ele alınmak istenen husus ise Pre-Sokratik dönem filozoflarından birisi olan Demokritos’un felsefesinde de tıpkı Baumgarten ve Kant’ın estetiğe yaklaşımları gibi izlerin bulunduğunu göstermektir. Bu türden bir amaç için öncelikle Demokritos’un atomcu felsefesinin epistemolojik belirlemeleri ile aísthêsis bağlantısı serimlenecek; daha sonra onun mousikê adını verdiği müzik ve şiir temelli sanat anlayışının detayları açık kılınacaktır. Bu bağlamda, Platon ve Aristoteles’in estetiği ve Demokritos’un estetik kavrayışındaki benzerlikler tékhnê ve mímêsis terimleri üzerinden gösterilecektir. Aynı zamanda da Baumgarten ve Kant’ın estetik konusunda durduğu pozisyonun Demokritos felsefesindeki izleri açıklanacaktır.
Anahtar Kelimeler: Demokritos, estetik, atomculuk, duyum, algı, sanat, mousikê
Öz
Bu makale, Protagoras ve diğer sofistlerin belirli yönlerden çağdaş demokratik teorinin öncüleri olarak görülebileceği iddiasını savunacak ve bu iddiayı iki temel argümanla desteklemeye çalışacaktır. Birincisi, Protagoras’ın etik ve siyasi ilkelerin belirlenmesine dair özcü olmayan bir yaklaşımı benimsemesi; ikincisi, hakikate yönelik tekabüliyet değil tutarlılık görüşüne yakın bir pozisyon almasıdır. Bu bağlamda ortaya konulacak bir diğer temel argüman, Antik Yunan’da mitos’dan logos’a geçiş sürecinde logos’a dair iki rakip yorumun ortaya çıktığıdır. Bir yorum Protagoras’a ait olan ve insan merkezli yorum iken, diğeri Platoncu evren merkezli yorumdur. Bu yorumlardan ilki demokratik teoriye uygun bir zemin hazırlamaktayken ikincisi, Platon’un Devlet’inde resmedildiği şekliyle demokrasiye karşı bir tutum almıştır. Hem logos’un özcü ve özcü olmayan yorumları, hem de hakitate dair tekabüliyet ve tutarlılık teorileri arasındaki farkın çağdaş demokrasi teorileriyle ilişkisi değerlendirilirken, XX. yüzyılın önemli düşünürlerinden Jürgen Habermas’a referans yapılacaktır. Bunun yanısıra, çağdaş demokrasi teorilerinde yeniden merkezi bir noktaya yerleşen ‘ikna’ kavramına sofistlerin yaptığı vurgunun altı çizildikten sonra, makalede son olarak iknanın farklı kullanımlarına dair bir tartışmaya yer verilecektir.
Anahtar Kelimeler: Protagoras, demokrasi, logos, tekabüliyet teorisi, tutarlılık teorisi, ikna.
Öz
Bugün hâlâ tartışmalı olsa da, Antik Yunan felsefesi açısından Sokrates, kendisinden önce ve sonra gelen felsefe tarihi sürecini Pre-sokratikler ve Sokratesçi okullar olarak belirleyen bir filozof olarak görülür. Özellikle Sokrates’in kişiliğinden ve haksız mahkumiyetinden etkilenerek eserlerini oluşturan ve diyaloglarında çoğu zaman Sokrates’i konuşturan Platon ve öğrencisi Aristoteles ise, felsefenin daha sistematik hale getirilmesini sağlayan filozoflar olarak karşımıza çıkarlar. Ancak onların eserleriyle batı düşünce tarihinde belirleyici olan bilgelik anlayışı ve felsefe üzerine gelişen düşünceler, Sokrates öncesi filozoflar ele alınmadan yeterince anlaşılamaz, ki her iki düşünür de, zaten Pre-sokratiklerle ilgili bilgileri, eserlerinden büyük ölçüde elde etmemizi sağlayan bir işlev de görmüşlerdir. Bu çalışmada, Sokrates öncesi filozofların, felsefe ve bilgelik üzerine görüşleri, Yedi Bilge’den başlayarak yakalanmaya çalışılmış, bu açıdan çalışmanın sınırları, felsefenin hem teorik yönü ve hem de pratik yönü üzerinde yoğunlaşmak suretiyle, dolayısıyla, Aristotelesçi anlamda ‘etik’ üzerinde diyebileceğimiz bir şekilde ve bu kavramın en sonunda onda aldığı tanıma giden yolda Pre-sokratiklerin etkisi açısından belirlenmiştir. Sonuç olarak Pre-sokratik filozoflardaki kendini bilme, ölçülülük, sarsılmazlık, bilgelik, adalet gibi kavramlar, Sokrates öncesinden, Aristoteles’e dek uzanarak sistematik bir şekilde ele alınmış bir şekilde karşımıza çıkacaktadır. Bu bağlamda burada, sophia ve philosophia kavramlarının Platon ve Aristoteles ile Yedi Bilgeler arasında bir dönemde, dolayısıyla bugün Pre-sokratikler olarak okunan filozoflar tarafından bir dönüşüm yolunda olup olmadığı üzerine bir yorum denemesi yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Felsefe, bilgelik, Yedi Bilge, doğa felsefesi, Pre-sokratik felsefe, Herakleitos, Parmenides, Pythagorasçılar plüralistler ve Demokritos, Sokrates, Platon, Aristoteles
Öz
Antik Yunan’a dönüş ideali Avrupa’nın ufkunda zaman zaman beliren bir kriz dönemi temasıdır. “Tanrının ölümü”nü ilan eden Nietzsche, bu ölümün ifade ettiği çağının kültürel krizini dekadans (decadence) kavramıyla niteler. O, kendi çağını eleştirme, yargılama ve mahkûm etme sürecinde Antik Yunanlıları modern kültürün sıhhatini ölçmede bir ölçüt olarak kullanır. Nietzsche’nin Antik Yunan’ı “trajik çağ” olarak nitelediği Presokratiklerle sınırlıdır. İlk dekadan (décadent) olan Sokrates ile birlikte, Yunanlıların yaşamı onaylayan sağlıklı, bütünlüklü trajik kültürü ve sanatı son bulmuş, onun yerini yeryüzünü, güdüleri ve bedeni hor gören rasyonel/diyalektik metafizik almıştır. Modern kültür de nihilist karaktere sahip bu kültürün bir devamıdır. Yaşanılan kriz bir çöküş olduğu kadar yozlaşmış olandan kurtuluş ve geleceğin sağlıklı toplumunun inşası için bir fırsattır. Nietzche’ye göre kültürel sağlık hekimi olan filozof sağlıklı insan, toplum ve devlet örneği olarak Yunan’ı model almalıdır. Bu makalede Nietzsche için mevcut nihilizmin sebep olduğu krizi aşmak ve bugün mahrum olduğumuz sağlıklı insanı ve kültürü yaratmak amacıyla Antik Yunan’ın niçin kılavuz işlevi görmesi gerektiği açıklanacaktır. Anlaşılacağı üzere Nietzsche için Presokratikler yaşamın ebedi problemleri ve çözümleri konusunda yüksek bir anlayışa sahiptiler.
Anahtar Kelimeler: Antik Yunanlılar, Sokrates, Presokratikler, Kriz, Dekadans.