Felsefi Düşün Sayı: 14 – Foucault / Nisan 2020

Sayı Editörü: Veli URHAN (Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi)

Makalelerin özetleri ve anahtar kelimeleri için lütfen ilgili makalenin ismi üzerine tıklayınız.

MAKALELER

Öz

Foucault’nun, College de France’daki son derslerinde gündeme aldığı fikir, tekhne peri ton bion, yani “yaşama sanatı”dır. Foucault, özellikle Sokrates figürüne ilişkin yorumbilimsel bir yaklaşım getirerek, özneleşme tartışmasını modernitenin çok öncesine kaydırmıştı. Foucault, antikçağda, özellikle Sokrates figüründe, modern çağın özneleşme teknolojilerinden çok daha farklı bir öznelik bağlamı görmüştü. Sokrates’te keşfedilen öznelik, dışsal bir hakikat uyarınca söylemsel olarak inşa edilen bir uyrukluk anlamına gelmemektedir. Sokrates, hakikati, kendiliğin dışında değil, tersine, kendiliğe ait içkin bir form olarak görür. Mesele, Foucault’ya göre, kendiliğin dışındaki bir aşkın hakikate göre yaşamak değil, kendi içsel hakikatini keşfedip bu hakikate göre yaşamı kurabilmektir. Foucault, Sokrates örneğinde, modern uyrukluk biçimlerinden çok daha farklı estetikçi-özgürlükçü bir öznelik biçimi görmüştür. Bu makalenin temel amacı, antik özneleşme teknolojilerindeki özgü bağlamları – Sokrates örneği nezdinde – ortaya çıkararak, farklı bir Foucault panoraması çıkarmaktır. Foucault, antikçağdaki özneleşme biçimlerinde, özellikle modern yaşam için gerekli sayılabilecek bir içkinlik teması keşfetmiştir. Hakikat, ancak benlikte keşfedilebilir ve bu nedenle yasa-yasak dizgesinden ziyade yaşamın estetizasyonu çerçevesinde belirli bir anlam kazanabilir. Yaşama Sanatı düşüncesi, Foucault’da, bireyin herhangi bir aşkın gösteren içinde temsil edilmeksizin, kendi içkin hakikatini keşfederek yaşamını örgütleyebildiği bir varoluş biçimine tekabül etmektedir.

Anahtar Kelimeler: Yaşama Sanatı, Sokrates, Etik, Hakikat, özne.

Öz

Kendilik (self/person) problemi felsefe tarihi boyunca farklı tartışma zeminlerinde ele alınan temel problemlerden biri olarak karşımızda durmaktadır. Felsefi zemini Herakletios ve Parmenides tartışmasıyla şekillenen ve Herakletios’un argümanlarıyla günümüze kadar ulaşan kendilik problemi, insanın ve özelde de öznenin oluş koşullarını ve bu koşulların ifade biçimlerini içermektedir. Modern dönem ve hemen öncesinde ise kendilik kişi, birey, özne ve ben bağlamında bilen, eyleyen, anlamlandıran özne olarak ele alınmıştır. Özellikle modern dönemde bilme-eyleme ilişkisinde özne-ben’in (subject-ego) soy kütüğü temel tartışma konusu olmuştur. Tartışmanın seyri çağdaş dönemde etimolojik, ontolojik, etik ve politik açıdan “kendilik nedir?” sorusuna doğru evrilmiştir. Sorunun ana eksenini de kendilik, benlik, özne olmaklık, öznellik, bireysellik ile öznelerarasılık, toplumsallık, başkalık/ötekilik arasında kurulan dinamik ilişkiler ve giderek göreceliliğin ön plana çıkartıldığı yaklaşımlar oluşturmaktadır. Kendilik tartışmasını şu sorularla ilişkinlendirerek ele alacağız: “Birşeyin kendiliği ile öznenin kendiliği arasında bir ilişki var mı? Mimari bir eser ve özne-kendi tanımlanırken aynı açıklama modellerine başvurabilir miyiz? Kendilik yekpare, verili, biçimlendirilmiş bir şey midir? Başka bir ifadeyle kendilik bir öz müdür? Yoksa süreç içinde ve belirli bir mekanda kurulan oluş mudur? Ya da olma durumları mıdır?” Bütün bu sorular tartışmanın ontolojik, epistemolojik, etik ve politik boyutlarına işaret etmektedir. Bu noktada çalışmamızın iddiası: “Çağdaş dönemde kendiliğin temellendirilişi klasik anlamda felsefe yapabilmenin olanaklarını aşmaktadır”. Bu iddiayı dikkate alarak kendilik tartışmalarının tarihsel ve kavramsal boyutu bağlamında bireyin varoluşunu inşa etme imkanını veren felsefi yöntem(ler) nelerdir sorusuna cevap arayacağız. Araştırmamızda bu konu üzerinde durularak kendiliğin politik ve metafizik bağlamı bizatihi kendiliğin ne olduğu, bilinçle bağlantısı ve özne olmak açısından Foucault’nun iddia ve eleştirileri çerçevesinde incelenecektir.

Anahtar Kelimeler: Kendilik Teknikleri, Kendilik Bilinci, Çağdaş Felsefe, Özne-ben, Performatiflik.

Öz

Michel Foucault, 19. yüzyıl Fransa’sında Pierre Rivière adındaki sıradan köylü bir gencin işlemiş olduğu aile cinayetini, Annemi, Kız Kardeşimi ve Erkek Kardeşimi Katleden Ben, Pierre Rivière… adlı hatıratla/anlatıyla ölümsüzleştirmesinin büyüsüne kapılmıştır. Hatırat suç ve cezaya ilişkin söylemin gücünü, tıbbi ve adli söylemlerin kendi aralarındaki çatışkılarını açığa çıkarmış ve söz konusu söylemlerin bütününü cinayet söylemiyle yeniden ilişkiye sokarak hayranlık uyandırıcı bir etki ortaya koymuştur. Anlatısıyla adeta işlediği cinayeti ardında bırakan Rivière, yaklaşık yüz kırk yıl sonra Foucault ve çalışma arkadaşlarını, yazdığı suç/cinayet söylemiyle baştan çıkarmıştır. Makale, yazdığı cinayet anlatısı dolayımıyla Rivière’in toplumda yaşayan bir birey olarak iktidar söylemiyle ilişkisine, kendini var kılma çabasına ve Foucault’nun Pierre Rivière hatıratı aracılığıyla bize söylemek istediklerine odaklanmaktadır. Hatıratta/anlatıda Foucault ve arkadaşları tarafından açığa çıkarılan fikirler, bunca yıl sonra Pierre Rivière’i yeniden okumayı, işitmeyi, anlamayı ve kendilik kaygısının trajik boyutları üzerine tıbbi ve adli unsurların ötesine geçen bir düşünmeyi olanaklı kılmaktadır. Makalede ayrıca Rivière’in ikili (yazar ve fail) edimini, Antik Yunan’da karşılaştığımız sözel ilişki pratiği olarak parrhesia tavrıyla birlikte düşünmenin olanağına ilişkin bir sorgulamaya da yer verilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Foucault, cinayet anlatısı, Pierrre Rivière, suç söylemi, parrhesia.

Öz

Michel Foucault itiraf üzerine spesifik bir eser yazmamış olsa da özellikle yaşamının son yıllarında kendilik üzerine düşünürken itiraftan oldukça sık bahsetmiştir. Gerek Collège de France’da verdiği derslerinin gerekse çeşitli ülkelerdeki seminerlerinin geniş bir bölümünü itirafa ayırır. Foucault Cinselliğin Tarihi’nin ilk cildi olan Bilme İstenci’nde cinselliğin hakikat rejimi olarak nasıl çoğaltıldığının izini sürerken itiraftan bahseder. Cinselliğin itirafla ilişkisinde bilgi-iktidar biçimi olarak itiraf bir dizi dönüşümde ortaya çıkar. Hıristiyanlıktan aldığı mirasla cinsellik, itirafı başka bir forma dönüştürür. Bunun nasıl olduğu ise erotik sanat ve cinsel bilim ayrımıyla ortaya konur. Foucault yaşamının son yıllarında bilgi-iktidar biçimi olarak itiraftan, kendiliğin bilgisi olarak itiraf konusuna yoğunlaşacaktır. Kendilik tekniklerinde ortaya çıktığı haliyle itiraf cinselliğin soykütüğündeki halinden farklı olmakla birlikte bir yanıyla da onu tamamlar nitelikte olacaktır. Kimilerine göre bu durum özneye dönüş ve hatta bir zayıflık olarak nitelendirilir. Oysa Foucault hakikat prosedürlerinin nasıl çalıştığını anlamak için kendilik tekniklerini konu edinir. Bu bağın gösterilmesi için öncelikle cinsellik alanında daha sonra da kendilik tekniklerinde açığa çıkan itiraf edimini birlikte düşünmek gerekir.

Anahtar Kelimeler: İtiraf, cinsellik, Kendilik Teknikleri, Hıristiyanlık, Hakikat.

Öz

Foucault nasıl aydınlanmayı ve eleştiriyi sorunsallaştırmışsa benzer şekilde entelektüeli de sorunsallaştırır. O bunu yaparken en başta Batı düşüncesinde uzunca bir süre yaygın olarak kabul görmüş olan evrensel entelektüel anlayışına itiraz eder ve ardından modernlik sonrası yeni toplumsal koşullarda -spesifik entelektüel adını verdiği- yeni bir entelektüel anlayışına ihtiyaç olduğunu öne sürer. Bu makale, onun söz konusu itirazının ve iddiasının tam olarak anlaşılabilmesi için, ilk olarak, Foucault’nun evrensel entelektüel anlayışına niçin itiraz ettiğini, spesifik entelektüeli hangi sebeplerle evrensel entelektüele tercih ettiğini, ve onun gözünde spesifik entelektüelin evrensel entelektüelin karşılayamadığı hangi ihtiyaçlara cevap verdiğini araştırır. Makale ikinci olarak Foucault’nun anlayışında spesifik entelektüeli mümkün kılan koşulların, spesifik entelektüelin rolünün, özelliklerinin, modellerinin ve erdemlerinin neler olduğu sorularına yanıt bulmaya çalışır; ve nihayet, sonuç kısmında, spesifik entelektüellerin yüzleşmek zorunda olduğu bir takım sorunlara işaret etmek suretiyle spesifik entelektüel anlayışının kendisinin de bir şekilde sorunsallaştırılabileceğine dikkat çeker.

Anahtar Kelimeler: Foucault, evrensel entelektüel, spesifik entelektüel, sorunsallaştırma, deneyim.

Öz

Michel Foucault’nun yazısında misalin vaziyeti, yine Foucault’nun yazısında ‘yazının’ misal olarak nasıl vaz edildiğiyle alakalıdır. Böyle bir vaziyeti tespit edebilmenin imkânı Giorgio Agamben’in Foucaultcu arkeolojiyi paradigmatoloji olarak tanımlamasından itibaren belirir: Paradigmatoloji,  dispozitiflerin vaz edildiği söylemsel tertibatlara işaret ettiği ölçüde, arkeoloji de paradigma olarak dispozitiflerin vaziyetini inceler. Agamben, paradigmanın vaziyeti olarak söylemsel dispozitiflerin Foucault’nun metnine Hegel’e kadar takip edilebilen pozitivite kavramı ile naklolduğunu gösterir. Bu nakil ile pozitivitenin Hegel’den itibaren taşıdığı bir rabıtaya, hayat ve söylem rabıtasına, Foucault’da da rastlandığı fark edilir. Foucault’nun Bilginin Arkeolojisi’nde söylem ile hayatı birbirinden ayıran tespiti, Foucault’nun hakikate dair misalinde, Foucault’nun Platon’u okuduğu Platon’un VII. Mektup’unun hakikati söyleme misalinde, parrhēsia misalinde, hakikatin söylenmesi ile cesurca söylenmesi arasındaki, söyleme ve eyleme arasındaki, ve de nihayetinde söz ve yazı arasındaki rabıtada muallak bir alaka vaz eder. Bu muallak alaka, hakikatin misali olarak parrhēsia’yı söz-edimi gibi bir mevzunun içinde mevzilendirir. Bu mevzu, Foucault’nun Platon’dan, Platon’un da Sokrates’ten aktardığı parrhēsia’nın misali olarak basanos’ta (yani filozofun mihenk taşı olarak hakikati deneyimlemesi örneğinde) kendini temsil ettiğinde, hakikatin yazıda temsil edilemeyen misalini veren filozofun bunu mektuptaki yazıyla söylemesinin yarattığı muallak alakada, sonunda şunu gösterir: Sokrates’in sözü yazının dışına vaz eden konumu, Platon’un hakikati sözün de yazının da dışına vaz eden konumuyla beraber, Foucault’nun yazısında hakikati söyleme cesaretinin misalini vermek için istimal edildiğinde, bu misaller artık Foucault’nun yazısının dışında, yazının dışında bir vaziyette değildirler. Platon ve Sokrates Foucault’nun misali olurken, yazı söylemin, söylem hayatın, hayat hakikatin, hakikat de hakikati söyleme cesaretinin misali olarak muallak bir alakada rabıtalanıp Foucault’nun yazısında misalin vaziyetini vaz ederler.

Anahtar kelimeler: Michel Foucault, Giorgio Agamben, Platon, paradigma, söylem, parrhēsia.

“Foucault Felsefesi Bağlamında ‘Bekâret’ Epistemesi / Duygu ONAY-ÇÖKER” isimli makalenin orijinal İngilizce halidir.

Abstract

This study explores the hymen’s increased cultural significance, despite its non-functionality, smallness, and inconsequentiality to health. The discourse of virginity gave the hymen its importance and determined how human beings thought, lived, and even why they were killed in the name of its honor. Therefore, this study uses Michel Foucault’s philosophy to analyze the body policy of virginity as a subjective way of experience and shows that western culture transforms women into subjects through virginity’s discursive and non-discursive practices. This framework enables an analysis of virginity’s legitimatization process as a scientific and objective reality that participates in Foucault’s conception of the game of truth. In addition, I discuss some shifts in virginity’s discursive and scientific practices; the possibility of avoiding this body policy; establishing women’s own freedom, and allowing their recreation as a Foucauldian work of art without becoming an object of power. I follow Foucault’s methodology, not explaining history in a linear/chronological fashion, but exposing the archaeology of virginity’s historical development and transformation.

Keywords: virginity, power, truth, Michel Foucault, body.

Öz

Bu çalışma, bilinen bir işlevi bulunmayan, fiziksel olarak küçük olan ve sağlık için problem yaratmayan himenin kendi başına bir boşluk iken nasıl olup da kültürel anlamda bir düzenleyici ilkeye dönüştüğünü araştırmaktadır. Öznenin tüm deneyimlerini belirleyen ve kuran iktidarın, bedeni kuşatmak için geliştirdiği bekâret söylemi, insanın nasıl düşündüğünden ve yaşadığından (hatta öldürüldüğünden) sorumlu bir kavram haline gelmiştir. Çalışmada Michel Foucault felsefesi için öznel deneyim biçimlerinden biri sayılabilecek ve Batı kültürünün özneye dönüştürme sürecinde önemli bir yer tutan beden politikalarından bir tanesi olarak bekâretin, söylemsel olan ve söylemsel olmayan pratikleri incelenmektedir. Bu bağlamda da bekâretin girdiği hakikat oyunundan nasıl olup da bilimsel ve nesnel gerçeklik kazanarak çıktığı araştırılmaktadır. Çalışmada aynı zamanda bekâret epistemesindeki kırılmalar; beden politikasından sıyrılmanın olanaklılığı; öznenin olası özgürlüğü ve iktidarın nesnesi olmadan insanın kendi kendisini sanat eseri olarak yaratabilmesinin olanaklılığı yine Foucault felsefesi bağlamında aranmaya çalışılacaktır. Çalışma boyunca Foucault’nun eserlerinde ortaya koyduğu gibi, amaç, tarihsel olarak bu olguyu anlatmak değil, bu tarihsel oluşum ve dönüşümün arkeolojisini yapmaya çabalamaktır.

Anahtar Kelimeler: bekâret, iktidar, hakikat, Michel Foucault, beden

Öz

Michel Foucault’nun düşüncesinin temel taşlarından birini ‘iktidar’ kavramı oluşturur. Düşünürün bu kavramı ele almasının asli gerekçesi ise ‘özneleş(tir)me’ süreçlerini incelemektir. ‘Özne’ ile ‘iktidar’ kavramları arasındaki rabıta, Foucault’nun düşüncesinin ana eksenlerinden birini oluşturur. Ne var ki, filozofun iktidar kavramına ilişkin olarak tek bir analizi yoktur. Bilhassa 1970’lerin ortalarında Cinselliğin Tarihi’nin yayınlanmasıyla birlikte, düşünürün bu kavrama yönelik yeni bir analiz geliştirdiği söylenebilir. Bu makalenin temel amacı, Foucault’nun düşüncesinde iktidar kavramının tarihsel yolculuğunun izini sürmektir. Bu nedenle öncelikle hukuksal-söylemsel iktidar ve savaş modeli ele alınacak, daha sonra da düşünürün bunlara yönelik eleştiri özetlenecektir. Daha sonra bu bağlamda ‘biyopolitika’ kavramının nasıl doğduğu ve hangi veçhelere sahip olduğu incelenecektir. Anaakım yorumlar genellikle bu geçişin nasıl gerçekleştiğini tam anlamıyla açıklayamamaktadır. Bu nedenle elinizdeki makalenin ikinci amacı, söz konusu dönüşümün gerçekleşmesinde -düşünürün iktidar ile direniş, güçlerin farklı biçimleri arasındaki dinamik bir etkileşim ve tutumla ilişkili olarak tanımladığı- ‘oyun’ kavramının etkili olduğunu gözler önüne sermektir. Buradan hareketle ‘tutum’ ve ‘yönetimsellik’ kavramlarına değinilecek; böylelikle bu makale Foucault’nun çalışmasında ‘iktidar’ kavramının tarihsel güzergâhını yeniden ortaya koymuş olacaktır. Sonuç olarak düşünürün kavramsal aygıtları değişse dahi, araştırma nesnesinin aynı kaldığı gösterilmeye çalışılacaktır.

Anahtar Kelimeler: iktidar, biyopolitika, biyoiktidar, hukuksal-söylemsel iktidar, savaş, oyun, tutum, yönetimsellik.

Öz

Foucault’nun “estetik varoluş” şeklinde ifade ettiği, yaşamın sanat eseri kılınması çağrısında “kendilik kaygısı” ve parrhesia incelemeleri birbirine sıkı sıkıya bağlıdır, zira “estetik varoluş” “kendilik kaygısı” ve parrhesianın çatı kavramı gibi işler. Foucault, “estetik varoluş” önerisini şekillendirmek amacıyla hem “kendilik kaygısını” hem de parrhesiayı ayrı ayrı incelemiştir. Ancak onun hem bu kavramları ele alış biçimine ve değerlendirmesine hem de “estetik varoluşun” işleyişine dair bir dizi eleştiri yöneltilir. Bu eleştirilerden ilki; Foucault’nun “kendilik kaygısı” ve parrhesiayı bağlı bulunduğu ilkeden ayırarak incelediğine dair bir eleştiridir. İkincisi; önerdiği “kendilik kaygısı” etiğinin bir ilkeye sahip olmadığı yönündedir. Üçüncüsü ise; “estetik varoluştaki” estetiğin yeterli düzeyde belirlenmediği ve bu sebeple de “estetik varoluşun” işleyişinin belirsiz bırakıldığına dair bir eleştiridir. Bu üç eleştiri alt alta sıralandığında onun sanat eseri olarak yaşam fikri belirsiz kalmış gibi görünmektedir. Bu metinde, eleştirileri de göz önünde bulundurarak, “estetik varoluşun” altında işleyen “kendilik kaygısı” ve parrhesianın Foucault tarafından hangi ilkelere bağlandığını belirlemeyi ve onun yaşamı sanat eseri kılma çağrısını değerlendirerek açık hale getirmeyi amaçlıyorum.

Anahtar Kelimeler: Estetik varoluş, kendilik kaygısı, parrhesia, yaşam, sanat.

Öz

Michel Foucault Kelimeler ve Şeyler’in dokuzuncu ve onuncu bölümlerini insan ve insan bilimlerine ayırmıştır. Ona göre XIX. yüzyılın başlarına kadar insan henüz ortalıkta görünmediği için, insanın üç temel özelliği olan yaşamaçalışma ve konuşma hakkındaki bilimsel söylemler de insanın varoluşuyla birlikte ortaya çıkar. Onun klasik çağ olarak adlandırdığı XVII. XVIII. yüzyıllarda söz konusu üç alanla ilgili bilimler doğa tarihiservet analizi ve genel gramer olarak adlandırılırken, modern çağın başlangıcı olan XIX. yüzyıldan itibaren bunlar biyolojiiktisat politikası ve filoloji olarak adlandırılır. Klâsik dönemden Modern döneme geçişle birlikte ku­rulmaya başlayan top­lumsal bilimlerin alanında, bu alanların bilgisini oluşturmak amacıyla birbirlerinin tam karşı­sına konulabilecek olan iki anlayış ortaya çıkar: Pozitivizm, tıpkı tabiat bilimlerinde olduğu gibi nes­nel veri toplamayı ve bu veri­leri doğa bilimlerinin yöntem­leriyle çözümlemeyi amaçlar. Humanizm, söz konusu nesnel veri toplama arayışından kaçınır ve toplumsal bilimlerin bir bakıma özünde bulunan öznelliği benimser. Foucault, bütün insan bilimlerinin tarihinin, XIX. yüz­yıldan itibaren, bu üç modelden hare­ketle yeniden yazılabi­leceğini söyledikten sonra, söz konusu üç modelin, ayrıca­lıklarının egemenliğinin bir asırdan daha uzun bir zamandan beri izlenmesinin mümkün bulunması nedeniyle, insan bi­limleri tarihinin tüm oluşumunu kapsam alanlarının içine aldıklarını kaydeder.

Anahtar kelimeler: insan, bilim, yaşama, konuşma, çalışma.

Öz

Düşünce hayatının birinci, ikinci ve üçüncü dö­nemleri “arkeolojik”, “soykütüksel” ve “etik” ağırlıklı olan Michel Foucault’nun, “etikle” ilgili çalışmalarını yürütürken, Grek ve Roma çağının “ahlak” ve “etik” anlayışlarından bes­lenme ihtiyacı duyduğu görülür. Foucault’nun eserlerinde, ente­lektüel sorgulama için, okuyucula­rını “etik” bir sorum­luluk doğrultusunda eğitmeyi amaçlayan bir pra­tik oluşturmaya ve “etik” sorgulamalar­dan beslenme­yen bir entelektüel or­tam­dan kaçış olanaklarını ortaya koymaya çalıştığı söyle­nebilir. Onun “etikle” ilgilenmesi, düşünce hayatının son dö­nemine ait eserlerinde daha açık olarak görülmekle birlikte, “etik kaygı” aslında ilk eserlerinden itibaren dü­şün­cesini meşgul eden temel sorunlardan biri­dir. Cinselliğin Tarihi’nin ikinci ve üçüncü kitapla­rında “varo­luş este­tiği” ile “yaşam teknikleri” adı altında ele alınan uygulama­lara yer veren Foucault’nun Grek etiğinde en ilginç ve çağdaş etik için en uygun bul­duğu yön, toplumsal ve hukuksal zorunlu­luklardan daha çok, kişisel seçime dayanan ve normalleştirici olmayan bir “etik” anlayışıdır. Grek etiğini hiçbir şekilde yeniden var etmek amacı gütme­yen Foucault, bu etiğin önemli bir unsuru olan “kendi kendisiyle ilgilenme” idesine çağdaş bir an­lam kazandırmaya çalışır. “Etikle” ilgisi bakımından “varoluş estetiğine” dikkat çeken Foucault için estetik, bir kendini dönüştürme ya da kendini kendinden kurtarma edimidir. Sonuç olarak, yasaklara dayalı bir “ah­lak” sis­temleri tarihinin yerini alacak olan, kendilik pratiklerine da­yalı bir “etik” sorun­sallaştırmalar tarihine ilişkin konuların ele alınması, Foucault’nun dikkatinden hiçbir zaman uzak kalma­mış­tır.

Anahtar Kelimeler: etik, ahlak, estetik, kaygı, varoluş.

KİTAP İNCELEMESİ